Bölüm 1 - Silüet

Saatin tıkırtıları beynini kemiriyordu adeta. Her saniye sesler daha da büyüyordu kafasının içinde. Tik, tak, tik, tak, ... Başağrısı dayanılmaz bir hale gelmişti artık. Masada duran kahvesine uzandı ve bir yudum aldı. Kahvenin tadı içilemeyecek derecede acıydı, ama o içmek zorundaydı. Her yudumda tadı daha kötü geliyordu ona, ama içmeliydi. Gözlerindeki morluklar o kadar artmıştı ki, aynada kendisine bakmaktan korkuyordu artık. Ama ne pahasına olursa olsun uyanık kalmalıydı. Bazen kendisini zorlarsa uyumadan yaşayabileceğini düşünüyordu, ama buna kendiside inanmıyordu şüphesiz.

Odasındaki sarı ışığı kahverengi görüyordu artıkı. Zihni ona direnmesini söylesede bünyesi bunu yapamıyordu. Üç gündür hiç uyumamıştı. “Dahasını da yapabilirim” diyordu kendi kendine ... Ama gözleri buna daha fazla izin vermiyordu. Gözleri giderek ağırlaşmıştı. Oturduğu koltukta dik duramıyordu artık. Elindeki kahve fincanını güçlükle tutuyordu. “Dayanmalıyım...” diyordu sürekli içinden. Cümle kurabilecek hali kalmamıştı. Gözleri gitgide daha da ağırlaştı. Fincanın, parmaklarının arasından kaydığını hissedebiliyordu ama vücudu buna tepki veremiyordu. Sonrasında fincanın kırılma sesini duydu. Gözleri neredeyse kapanmıştı artık. Ve o an aklından tek bir cümle geçti “Lanet! Yine başlıyoruz.”.

Gözleri arnavut kaldırımına takılmıştı. Birden kaldırımda yürüyen karıncaları farketti. Bir sürü karınca yılan gibi kıvrıla kıvrıla bir ağacın altına yürüyorlardı. Bir karga sesi duydu sonra. Kafasını çevirip gökyüzüne baktı. Hava bulutlarla kaplıydı, gündüz vaktiydi ama güneşi görmek mümkün değildi. Üstelik çevresindeki her şey daha bir gri tondaydı sanki. Nerede olduğunu anlamak için etrafına bakındı. Burası saray gibi bir yapının avlusuydu. Her şey çok anlamsız geliyordu ona. Ne işi vardı burada, yine ne tür bir belanın içindeydi. Bunun bir rüya olduğunu biliyordu, ama her şey o kadar gerçekçiydi ki... Kendini çimdikledi uyanmak için, ama uyanmadı. Dahası acıyı hissetmişti. Bu gerçekten mümkün müydü? Rüyada acı hissedebilir miydi? Yoksa bu bir rüya değil miydi? Kafasını önüne eğdi. O an üzerinde bulunduğu yerin toprak olduğunu farketti. “İyi de arnavut kaldırım nereye gitti?” dedi kendi kendine. Sonra toprağın altında devasa solucanlar farketti. Dört bir yanında hareket ediyorlardı. Korkmaya başladı, başına gelebilecekleri düşündü. Ama bu rüyaların en kötü yanı buydu zaten, başına hep aklına gelmeyen şeyler geliyordu.

Birden ağzında bir şey hissetti. Bir tıkırtı geldi ağzının içinden. Korkudan titremeye başladı. Ağzını açınca dişleri yere döküldü. Ne yapacağını bilemez bir şekilde kalakalmıştı öylece. Sağ üst dişlerinin hepsi dökülmüştü. Konuşmaya, ağzını kapatmaya korkuyordu. Yerdeki dişlere dehşet içinde bakıyordu. Bu nasıl olabilirdi. Kafasını kaldırdı ve ileriye baktı. O an onu gördü. Her gece gördüğü aynı silüet. Her gece kabuslarına giren ve ona uyumayı haram eden silüet. Peki kimdi bu? Nasıl oluyorda her gece aynı kişi rüyasında olabiliyordu. Ona Bay X diyordu. Erkek olduğundan emindi, çünkü bir kadın için vücudu fazla yapılıydı ve omuzları fazla genişti. Yine ona doğru bakıyordu. O kırmızı gözlerini üzerine dikmiş sürekli ona bakıyordu. Birden yerin sallandığını hissetti. Yer yarılmaya başlamıştı. Yarık açıldıkça aşağıdaki uçsuz bucaksız karanlığın boyutu da artıyordu. Tutunmaya çalıştı ama tutunabileceği hiç bir yer yoktu. Her şeyin bir rüya olduğunu biliyordu, ama hissettikleri gerçekti. Bundan emindi, bunların hepsi gerçekti. Ama o karanlığa düşerken gerçeklerin hiçbir önemi yoktu.

Yorumlar

Popüler Yayınlar